Abstract:
Sylvia Plath ve Ingeborg Bachmann kadının sosyal düzendeki yeri üzerine
çalışan, kadın ruhundaki kendini yok etme ve intihar eyilimlerine ışık tutmak
amacıyla ilişkilerin özelliklerini inceleyen, aynı etnik kökene sahip önde gelen
çağdaş savaş sonrası yazarlardır. Eserlerinde, ruh hallerini, acılarını ve duygu
ve davranışlarının doğurduğu sonuçları yansıtarak psikanalitik bir bakış açısı
sergilerler. Bu çalışmada benzer psikolojik problemleri yaşamış ve elektroşok
terapisi gibi benzer tedavileri deneyimlemiş bireyler olarak kendilerine zarar
veren davranışlarının nedenleri çeşitli psikolojik teoriler aracılığıyla
incelenecektir. Malinadaki ‘anima-animus’ teorisine yapılan doğrudan
gönderme dikkate alınarak ve Ich’in rüya döngüleri ile Esther’in bilinçakışı
tekniği bağdaştırılarak, Freud ve Jung’un ruhun yapısı üzerine yaptığı
araştırmalar ışığında Malina ve The Bell Jar eserleri yorumlanacaktır. Ayrıca,
bu romanların sosyolojik boyutları Emile Durkheim’ın intiharla ilgili
teorilerinden yola çıkarak ‘entegrasyon’ ve ‘yabancılaşma’ çerçevesinde ele
alınması yoluyla tartışılacaktır. Bu çalışma faşizan yaklaşımlar sonucunda
kendine zarar verme ve kadın intiharı konusunda detaylı bir inceleme
yapacaktır. İntiharın ortak sebeplerini ortaya çıkarmak için Sylvia Plath’ın The
Bell Jar ve Ingeborg Bachmann’ın Malina romanlarındaki kadın kahramanların
kişilik özellikleri ve kimlikleri incelenerek kendine zarar verme işlemi bu iki
romanda karşılaştırılacaktır. Bachmann ve Plath’ın romandaki yansımalarından
da yararlanarak Malina ve The Bell Jar’ı yorumlamak için kahramanları intihara
iten olaylar ve yan karakterler de incelenip analiz edilecektir. Bu çalışma ayrıca
faşizan ve bunaltıcı norm ve kuralların kadınları kısıtlayan ve onların
özgünlüklerini ve bireyselleşmelerini engelleyen psikolojik boyutlarıyla
ilgilenmektedir. Arıca bu çalışma mitlerin nasıl bir işlev gördüğünü, neyi
başarmayı amaçladıklarını sosyolojik açıdan irdeleyecektir.