Özet:
Bu tez çalışmasında, Avrupa tarihindeki totaliter rejimlerin, mimariyi kendi
ideolojileri doğrultusunda nasıl kullandıkları ele alınmıştır. Bu yüzden öncelikle
ideoloji, erk, politika, totalitarizm, propaganda ve ütopya kavramları incelenecek,
ardından bu kavramların mimarlık disipliniyle olan ilişkileri ortaya koyulup, hepsi tek
bir başlık altında analiz edilecektir. Kavramsal terimler ve bu terimlerin mimariyle
ilişkiler incelendikten sonra, önce totaliter rejim mimarilerine ilham veren dönemler,
sırasıyla Büyük İskender devrindeki Helenistik Dönem, İmparator Augustus Dönemi
Roma’sı ve Napoléon Dönemi’nde icra edilen mimariler incelenecek ve ardından da
tezin asıl konusu olan totaliter rejim mimarileri, bu bahsedilen dönemlerden sonra
sırasıyla Mussolini, Hitler ve Stalin dönemleri olarak analiz edilecektir.
Bu araştırma konusunun seçilmesinin sebebi, mimarlığın tarihteki en önemli totaliter
erklerin elinde, ideolojik hedefler doğrultusunda avama yönelik nasıl bir propaganda
aracına dönüştürüldüğünün yanı sıra, mimarinin aslında sanat ve mühendislik yönünün
dışında, ne gibi bir sosyolojik etki sahası ve kullanımı olduğunu ortaya koymak
olmuştur.
Mimarlık sanat özelliği taşımasının dışında mimarlık, egemen siyasal ideolojiler
tarafından bir erk gösterisi ve propaganda amacıyla manipüle edilip kullanılmıştır ve
günümüzde halen kullanılmaktadır. Avrupa totaliter rejimleri, benzer basmakalıp
siyasi faaliyetleri kullanarak, egemen oldukları kitlelerle hem aralarında bir bağ
kurmak için, hem siyasi ideolojilerini meşru kılmak için, hem de propaganda
teknikleriyle halkın algısını kontrol edip yönetebilmek için, mimarlık disiplinini kendi
ideolojik hedefleri doğrultusunda bir araç olarak kullanmışlardır. Mimarinin bu
ideolojik kavramlarla olan ilişkisi, en ufak kamu yapılarından kent ölçeğine kadar
gözlemlenebilmektedir. Çünkü egemen erkin ideolojisini ve yaşam tarzını yansıtacak
şekilde yenilenen kent çehreleri, fiziksel ortamda yaşam bulan sembolik ve ideolojik
anıtlara dönüşürler. Aslında bütün bu mimari süreç, otoriteyi elinde tutan gücün, kent
ölçeğinde tasarladığı bir ideolojik kurgudan ibarettir. Egemen erk tarafından mimari
ile kurulmuş bu ideolojik kurgu ortamında yaşayan toplum, algısı yönetilen bir kitle
haline gelir. Dolayısıyla mimarlar, tarih boyunca kimi zaman isteyerek, kimi zaman
da istemeden egemen siyasal erkle gizli bir ilişki içerisinde olmuşlardır. Bu ilişkiye
karşı çıkanlar da, var olma mücadelesi içine düşmüşlerdir. Günümüzde bu ilişki, hiç
bozulmadan devam etmektedir.